B'ölüm -63-(62. bölümden devam)

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑ B'ölüm -LXIII- ๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑( 62.den devam)


๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑

Sayın okuyucu bu kadar mitolojik bilgi yeterli. Aslında insanların unuttukları hafızalarında yer alan "duygu"ların kendilerini insanların anlayabileceği şekillere somutlamalarından oluşmuş mitlere baktığınızda işaret ettikleri bir yan görürsünüz. Belli mesajları ustaca gizleyip bilinçaltına ileten bu mitlerin doğru çözümlemeler yapılarak doğru şekilde anlaşılması oldukça önemlidir.


Ervin'i en son nerede bırakmıştık? Ah evet, Sellsozo'nun kapısı açılmış ve babası ile birlikte Şehrengiz Mağarasındaki hazineyi bulmuşlardı. Devam edelim o halde. Zira size Ervin'in Hukato harfiyle başlayan tableti nasıl bulduğunu anlatmak için Sercan'ı ve Dr. Eko'yu yeterince beklettim kafede. Ervin'in beyninde bütün bu olup biten hızla geçse de -en fazla bir kaç saniye-anımsadıkları ve yaşadıklarını anlatmak tüm ayrıntılarıyla oldukça zaman aldı.
๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑


Ervin'de ortadan ikiye ayrılmış iki kanatlı kapının ortasındaki yarım yüzdeki gözün oynadığını görüp şaşkınlıkla babasına söyleyecekken cümlesini tamamlayamadı. Kafasını babasından, babasının baktığı yere çevirdiğinde mağaranın en geniş odasının sarkıtlarla dolu, sütunlarla dolu bu bölümünde birbirinden güzel, görkemli ve ışıl ışıl parlayan hazinenin büyülü manzarasına kendisini kaptırmaktan alıkoyamadı. Ali Bey, diğerleriyle birlikte şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra "İşte..Son yüzyılın arkeolojik buluşu!" dedi.

Herkes çok mutluydu, gülenler, heyecandan titreyenler, gözlerinin gördüğünün gerçek olduğunu anlamak için hazinelerin içinde yer alan kolyelere, bileziklere, takılara, taçlara; altından gümüşten, zümrütten, elmastan ve daha pek çok değerli taştan yapılma eşyalara dokunup ellerinde hissedenler, neredeyse tam bir hayranlık çılgınlığı yaşayanlar..Babası Ervin'e döndü;"Bunu asla unutma. Hayatının en önemli günü bugün"

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑


Ervin ise bütün o hazinenin görkemi içinde odanın köşesinde tahtadan mütevazi bir sandığa gözü ilişmişti ve o sandıkla ilgiliydi... Babası elemanlarına ne yapmaları gerektiğini söyleyip komutlar verirken Ervin sandığa doğru yürüdü. Sandığa dokunmak için elini uzattı. Sandığın kapağı otomatik sensörlü kapılar gibi daha kendisine dokunmadan açıldı. Derisi simsiyah bir kitap vardı sandığın içinde. Üzerinde ise garip harflerle kaplı bir yazı vardı. Kitabı eline aldı ve açtı Ervin. Kitabın içini açtığında yazıların bir an görünüp kaybolarak uyumakta olan bir kız çocuğunun suretini gösterdiğini gördü şaşkınlıkla. Hemen kitabı kapadı. Kitabın kendisine dair siyah bir ışınımı olduğunu gördü ardından Ervin. Sanki Kitap canlıydı, nefes alıp veriyor gibi derisi inip kalkıyordu. Çok yavaştı ve sadece çok dikkatli baktığınızda ancak bu nefes alıp verişe benzettiği hareketi fark edebilirdiniz. Aklından büyücü merlin'in kayıp kitabına benzediğini düşündü. Çocukken seyrettiği bir çizgi filmden yola çıkarak. Oysa bunun da yunan mitolojisindeki pek çok öykü gibi gerçekdışı uydurma bir efsane olduğunu biliyordu. Kitabın hemen altında garip bir de gümüş biblo vardı. Aslında sekize benzeyen bir kaide üzerinde birbirine zıt pozisyonda dirseğe yakın bir yerden kesilmiş ve yontulmuş iki kolun heykeliydi bu. Kolların birbirine zır duruşu ve ellerin avuçlarının gökyüzüne doğru çevrili oluşu Ervin'de dua ediliyor yada dileniliyor gibi bir izlenim bıraktı.



Kitapla birlikte bu küçük heykelciği aldı Ervin. kitabı göğsünün olduğu yere; kapşonlu en sevdiği ve sırtından çıkartmadığı polarının fermuarını açıp, beline pantolununa sıkıştırarak kitabı iyice yerleştirdi. Kitap vücuduna değdiğinde sanki kendisiyle birlikte daha rahat ve uyumlu nefes alıp veriyormuş gibi hissetti. İkisi birden aynı ritimde nefes alıyor ve veriyorlardı. Babası hala ekipteki arkadaşlarına direktifler veriyordu. Hazinenin zarar görmeden ve tarihi özelliğini yitirecek yanlış bir hareket yapmadan nasıl taşınabileceği, sıralamaları, kateogorilendirmeleri ve görevlendirme üzerine konuşuyorlardı. Hazineyle o kadar meşgüldüler ki içeri tuhaf görünümlü bir kadın bir de erkek iki kişinin - yada iki şeyin mi demeli çünkü pek insana benzemiyorlardı- girdiğini gördü Ervin. Herkes yaptığı işi bırakmış, donakalmış gibi içeri giren iki kişiye bakıyorlardı. Birbirlerine çok benziyorlardı, sanki vikingleri- eski bir filmde gördüğünü anımsıyordu Ervin Vikingleri- andıran sarışınlıkları ve giyim tarzlarıyla ürkütücü görünüyorlardı. Dişi olan elinde tuttuğu kafatasıının üzerinde yanan meşaleye benzeyen uzun asasını kendi çevresinde garip heraketlerle çevirdi. Eğer sıradan biri olsaydı başarılı bir bando takımı marşandizi olabilirdi. Meşaleden yayılan yeşilimsi duman birden bire her tarafı kaplamaya başladı. Yine kimse kımıldayamıyordu. Ervin'in başı dönmeye başlamıştı gözleri kararıyordu yavaş yavaş..İnatla gözlerini açık tutup bilincini kaybetmemeye çalıştı ama başaracağa benzemiyordu. Gözlerini kapatmadan ruhunun katılaşmış ve sanki bir taşa dönüşmüş olan vücudundan ayrılıp bir sürü farklı boyutun arasında kalmıştı. Birbirinin içine geçen, dolanan garip hayaller gördü. Örneğin kocaman bir yüz gördü. Yüz neredeyse koca bir bina girişi büyüklüğündeydi ve yüzün hemen her tarafından kancalarla tutturulan zincirlerle gerilmiş, işkence ediliyordu.

Ağzını acıyla açmış yüzün boğazında bir kapı ve kapıda bir çocuk silueti vardı, çocuğu görmeye çalıştıysa da başaramadı, bağırmaya uğraştı sesi çıkmadı. Sesi sanki hiç olmamış gibi "yoktu". Hayal yavaşça eriyip başka bir hayale dönüştü. Bu kez bir yığın çiçekten ve daldan yapraktan oluşan çok güzel bir kadının havada uçarken ona dönüp baktığını ve hınzırca gülümsediğini gördü. Kadın sanki kendisini oyuna davet eder gibi ellerini arkadan birleştirmişti. Yerinde Sercan olsaydı bu aslında yaşlı ve çirkin ağaç cadısının angelina'nın bir farklı görüntüsü zannederek yanılırdı. Ervin'e elini uzatan kadın O'nu oyuna çağırıyorken birden kadının arkasında bir manzara gördü. Ağaç kadını hayali eriyip yerini başka bir hayale bırakmıştı. Ama bu defa dieğr hayalelrden daha gerçekti bu gördüğü. Başka bir boyut açılmıştı gözlerinin önünde sanki. Şeytanları gördü. Bir sürü şeytan; küçüklü büyüklü.Cehennemin olduğu bir yerdi sanki gördüğü. O kadar korkmuştu ki kendisini bırakırsa şeytanlar tarafından esir alınacağını düşündü korkuyla. Bir süre daha manzaranın korkkunçluğuna aldırmadan dirençle gözlerini açık tutmaya gayret etti. Kalbinin atıp atmadığını bile hissedemiyordu artık. Direnişine rağmen o kadar güçsüz ve yorgun düşmüştü ki gözleri iyice karardı ve kendisini bıraktı bilinmez bir baygınlığa...


๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩ ( Devam edecek)

Hiç yorum yok: