๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ B'ölüm -XI- ๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑(B'ölüm Ondan devam)

Sıkıldığını hissetti. Sanki görünmez bir el göğsünden içeri soktuğu eliyle kalbinin hemen bulunduğu yeri eşeleyip zaman zaman da bir ton ağırlıkla bastırıyordu. Gözü ilginç bulduğu bir başlığa kaydı:

"Dünyalılarla uzaylılar mı savaştı?
Sanskritçe´de "maha" büyük ve her şeyin toplamı anlamına gelir; "bharata" ise komünel bir isimdir veya bir bilgeliğin tanımıdır. Daha öte metafizik yorumlarda sözcüğün "insan" anlamında olduğu da söylenir; bu bağlamda "İnsanlığın Öyküsü" yazılmıştır. Destanda anlatılan dev savaş öncelikle klanlar arası bir çatışma gibi görünse de, aslında tüm gezegenin egemenliği yolunda bir kavgadır ama sonunda öyle bir savaş başlar ki, tüm evren yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Savaşta kullanılan silahlar hem dünyasal (ok, balta, kılıç, mızrak gibi) hem de tanrısaldır (ışınlar, atomik silahlar, uçan araçlar gibi) Bir bakışa göre, Mahabharata en eski bilim kurgu örneğidir ve zeki canlılar arasındaki bir anlaşmazlığı, bir savaşı ve günümüz teknolojisinin çok ötesinde silahların kullanıldığını anlatır. Örneğin bir bölümde içinde destanın kahramanlarından Krisnha´nın da bulunduğu Vrishni´ler, Salva adlı lideri bir güçle kuşatırlar. Bunun üzerine zalim Salva, her yere gidebildiği Saubha adlı arabasına binerek "yükselir" ve sayısız cesur Vrishni genciyle beraber tüm bir kenti harabeye çevirir. Saubha adlı araç daha önceki bölümlerde anlatıldığına göre savaşın yönetildiği bayrak gemisidir ve Salva´nın kentinde bulunmaktadır yani oradan kalkıp, savaş alanına getirilmiştir. Buna karşın Vrishni savaşçılarının da benzer silahları vardır; Pradyumna adlı kahraman özel bir silah kullanır, bu silah en yüksekteki tanrıları dahi durdurmaktadır; silah için "savaş alanındaki hiçbir insan onun oklarından kurtulamaz" tanımı yapılır ve Salva Krisnha´ya doğru düşer, Krisnha gökte Salva´yı izlemeye başlar fakat Saubha adlı araç göklere özgün tanımla adeta yapışmıştır. Krisnha tüm silahlarını durmaksızın fırlatır; roketler, misiller, mızraklar, çiviler, savaş baltaları, üç yüzlü oklar, alev püskürtücüler vb... Gökte yüzlerce güneş ve ay belirir, yüzlerce yıldız doğar. Ne gece ne de gündüz vardır, zaman anlaşılamaz. "

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

İnsanoğlunun tarihsel destan dediği, bu hayal gücünün sınırsız ve fütursuz kullanımı can sıkıntısından çok eğlenceli sayılırdı Sercan için. Ama henüz eğlenceye ayıracak zamanı yoktu. O; ninniler, masallar, hikayelerle değil "gerçeğin kendisiyle" ilgiliydi. İlk var oluşun sırrına dair bildiği, sorgulama gereksinimi bile hissetmediği bir şey vardı.:İnsanların “Yaratıcı” dediği varlık... Mutlaka kendisini de, içine düştüğü bu dünyayı da, düzeni dengeyi de, soruları ve cevapları da-bazı cevaplar henüz doğru sorular sorulmadığı için bulunmamış olsa da- Yaratan , yöneten, Hakimiyeti altında izleyen ,müdahale eden ve serbest bırakan bir Varlık mutlaka vardı.

Yine de içinden her şeyin bir “tesadüf” sonucu olup olmadığını düşündü. Bu ihtimali de aklından çıkartmamayı ama “var!” ihtimaline göre davranması gerektiğini düşündü. Çünkü “yok” ise sadece yoktur. Yoktan herhangi bir şeyin yapılıp edilmesi söz konusu değildir. Ama Var ise, O’na göre davranmak gerek..Her akıl sahibi bu farkın farkındadır..Bu “Yaratıcı”yı bulmak ve “Ne yapmak istediğini” öğrenmek konusunu daha ileride düşünmek üzere not defterine, hafızasına iri harflerle yazdı.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Yeniden İnsan konusuna dönüp araştırmasına devam etti Sercan. Pek çok siteye göz gezdirdi, okudu, anlamaya çalıştı. Girip baktığı onlarca sitede aradığı soruya tatmin edici bir yanıt bulamadı . Sonunda da iyice sıkıldı ve kalktı bilgisayarın başından… Sorularına aradığı cevapları bulmanın kolay olacağını ummuyordu ancak bu kadarı da oldukça zor gelmişti ona. Kafası zonkluyordu. Kendi dünyasında okumak zorunda kalmazdı hiç. Kelimelerin üzerine, harflerden harflere, hecelerden hecelere atlayıp zıplayarak yürür ve kelimelerin dokusu, manyetik alanı dahiline katıp karışıverirdi. O an; bilirdi artık. Anlam; kendisine katıldığında, bilmiş olurdu. Oysa bu dünyada, bu geziyi gözleriyle yapmak zorundaydı. Göz gezdirerek harflerden harflere, hecelerden kelimelere; o kelimelerin, cümlelerin anlamının; gözlerinden bilincine süzülmesi gerekiyordu. Kendi dünyasındaki kadar olmasa da okumak iyi geliyordu yine de Sercan’a. Araştırmasının çok yönlülüğü ,kapsamlı oluşu, kendisini daha doğrusu beynini yormuştu. Kolay değildi daha önce hiç kullanmasına gerek olmayan bir sürü şey kullanıyordu. Kendisine en zor gelenini düşündü. “İletişim!”
๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ (Arkası yarın)