Bölüm -3- (Bölüm 2'den devam)

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ B'ölüm -III- ۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑(B'ölüm 2'den devam )

BİRİNCİ GÜN


Eski kütüphane binasının kapısından dışarı adımını atan Sercan hayatında ilk kez kendi dünyasını ona unutturacak bir manzarayla karşılaştı. Kendi dünyasında 360 derece her yeri ve her şeyi görebiliyor olsa da, bu dünyadaki 180 derece ile sınırlı görüş açısına sığan hatta taşan manzaranın şoku altında; ağzı açık gözlerini iri iri, gırtlağından çıkan inlemeyi, çarçabuk şehrin gürültüsünde yitirdi. “Karmaşa, kaos!”, dedi içinden. Kütüphane binanın merdivenlerinden yavaşça inerken bütün zıtlıklar birbirleriyle boğuşuyorlardı sanki. İyi kötü güzel çirkin doğru yanlış hızlı yavaş.. ve her bir kavram işlevsel olarak kendisini zıddıyla ortaya koyarken bir yandan da direnip zıddına kendi mevcudiyetini korumaya çalışıyordu bu tuhaf çekişme hareketi, faklılığı, zenginliği ve .. ve dengeyi oluşturuyordu. Her bir ayrıntının nesnenin biçimin rengin ve şeyin fotoğrafını çekti dışarıdan somut dünyadan somut gözü neyi gördüyse bilincine doğru gözbebeklerindeki ışığı çeken kara delikten, bilincine emdi.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑

Bu yine kendisine çok uzun ve yorucu gelen –aslında birkaç saniye idi- sürede dayanamadı bacakları ve yorgun bir halde merdivenin basamaklarından birine oturup; başını ellerinin arasına aldı ve gözleri kapadı. Kütüphaneden çıkmadan evvel gözlerini kapadığında kendi dünyasına dönebildiğini fark etmişti. Sanki dış dünyaya açılan pencereleriydi gözleri. Önce görmek vardı diye bir sözü anımsadı. Fakat gözlerini kapadığı şu anda bile görebiliyordu dışarıda görmüş olduğunu duraladı. Hemen hafıza dolabını açtı ve her şeyi yazan kalemiyle not aldı daha sonra iyice anlamak ve anlamanın kılcallarında dolaşmak için; gözümle mi görüyorum beynimle mi? Hangisi gerçek? Gerçek nedir?

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑
Defterini tam kapatıyordu ki bir kadının çığlığıyla gözlerini açıp sese doğru baktı. Kötü görümlü biri kadının koluna taktığı çantayı kapmaya, kadının elinden koparmaya uğraşıyordu. Bir süre gelip geçmekte olan herkesin temkinli bakışları altında bir iki çekiştirdiler çantayı, ardından adam hızlı bir çekişle kadının elinden koparıp, çantayı göğsüne bastırarak koşar adım uzaklaştı.
Kadın; yerden kırılmış topuğunu eğilip aldığı ayakkabısının teki elinde emme basma tulumbayı andıran bir yürüme şekliyle gaspçının arkasından kendi kendine söyleniyordu. Her şey ‘yine’ bir anda olup bitivermişti! “Hız”, dedi, “yavaşlık ve hızlılık…”. Bu son keşfini de yazmaya koyuldu, Sercan hafıza deposundaki kırmızı not defterine. Henüz cümlesini bitirmişti ki, kadının yanına gelip oturmuş olduğunu fark etti. Hâlâ elinde topuğunu yerine takmaya çalıştığı, kırmızı ayakkabısının teki ile söyleniyordu homur homur. Dönüp Sercan’a, “Beni eve götürür müsün?” dedi, “ yollar artık güvenli değil”. “Tabii, elbette. Ama …”,dedi Sercan. “Ama ne? Yabancısın değil mi?” son cümleyi Sercan’a bakmadan söylemişti kadın. Ayakkabısının ucundan tutup, tırnağıyla düzeltmeyi başardığı çiviye taktığı topuğu;yere birkaç kez vurarak yerine iyice yerleştirip, giydi. Gitmeye hazırdı. O önde Sercan birkaç adım gerisinde, yürümeye başladılar. Sercan; dikkatini yoğunlaştırabilmek için sürekli yere bakıyordu. Yolda bir gazetenin üzerine bastığı anda, gazetede yazan kelimelerin kendi dünyasındaki gibi önce vücuduna, idrakine ardından ruhuna hâsıl olacağını zannetti ama hiçbir şey olmadığını görünce hayal kırıklığına uğradı. Yalnız olsa belki birkaç kez daha denerdi ama hayal kırıklığını sineye çekip sessizce yanındaki kadına eşlik etmeyi sürdürdü. Uzun bir süre konuşmadan yürüdüler. “Şu sokağın sonundaki siyah - beyaz ev” dedi kadın. Ev; evden çok ardışık; siyah- beyaz karelerden oluşan badanasıyla üç boyutlu bir satranç masasına benziyordu. Sercan, “acaba siyah zemin üzerine beyaz karelerden mi oluşmakta yoksa beyaz zemin üzerine siyah karelerden mi? Acaba ben, cismin, kapladığım alan mı beni oluşturuyor yoksa benim dışımdaki her şeyin bıraktığı boşluk kadar mıyım?” Düşünceye dalmış Sercan’ı, kadının sessizliği bozması kendine getirdi.” Allah’tan anahtarımı hep yanımda taşırım.” Kadın, alışkın bir el hamlesiyle kapıyı açtı.”İçeri gelsene. “ Sercan hâlâ düşünüyordu, suskundu. Kendi dünyası ile şu anda bulunduğu dünya arasında adaptasyon zorluğu çektiği için sadece itaat edebiliyordu. Durumunun farkına varılsa, herhangi birinin sorgusuz sualsiz her türlü şekilde kendisinden istifade edebileceği bir köle, bir robot gibiydi. Düşünmeyen, sadece komutlara uyan biri… Askerliğin en idealize edilmiş şekli. Salona geçtiler. “Otur” dedi kadın. “İyi bir çaya ve açıklamaya ihtiyacın var.”
๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑

Sercan; kadın mutfağa doğrulandığında salona göz gezdirdi. Tavan dâhil olmak üzere bütün duvarlar aynadan oluşuyordu. Sadece tabanın zemini, evin dışı gibi damalı, siyah ve beyaz karelerden oluşmuştu. Eşya olarak çok fazla bir şey yoktu. Salon; İki büyük karşı karşıya konuşmuş koltuk, bir camdan oval sehpadan ibaret ve her bir köşede gösterişli gövdeleri satranç taşlarından; fil, kale, vezir ve şahtan oluşan, büyükçe abajurlarla aydınlatılıyordu. Salonda 4 ayrı yere açılan kapılardan başka hiç pencerenin olmaması da dikkat çekiciydi. Sonra başını yukarı kaldırdı Sercan, kendisini ilk kez aynada görüyor olması dışında aynadan oluşan tavandaki yansımasının onu cüce gösteriyor olması kendisini şaşırtmıştı. Bu şaşkınlığını henüz hazmedemeden hemen karşısındaki duvardaki aynada dev gibi göründüğünü fark etti. Tavandaki ayna çukur, karşısındaki ise tümsek aynadan oluşuyordu demek. Sağındakinde düz ve sağ profilini görebildiği bir ayna yerleştirilmişti solundaki de tıpkı sağındaki gibi düz aynadan oluşuyordu sol profilini görebildiği. Kendi dünyasındaki görüş açıcına yakın bir görüş açısına sahip bir hâkimiyeti vardı, aynaların ve yansımaların. İç içe geçen farklı açılardan birden fazla zahiri görüntüsü ne yaparsa aynısını yapıyor görünürdeki çokluğa rağmen, bu görüntü kalabalığının özde tek bir hareketten kaynaklandığını anlayabiliyordu. Köşede bir masa, gotik işlemeliydi. Maun ve son derece eski, küflü, paslı duygular uyandırıyordu. Masanın üstünde ise masanın aksine modernizeyi temsil eden bir bilgisayar gördü. Gözlerini hemen bilgisayarın yanında duran çantaya devirdiğinde çantanın, gaspçının kadının elinden alıp kaçırdığı çantaya ne kadar benzediğini fark etti. Bu benzerlik o kadar fazlaydı ki aynısı olduğuna yemin edebilirdi. Tam bu konuyla ilgili bir şeyler söyleyecekti ki görmesi için yüzüne doğru uzatılan çayın, içinden kışkırtıcı kokusuyla sıcacık buğusu havaya yayılan fincanı kendisine uzatan elin sahibi kadın ile ilk kez göz göze geldi. Kadın; ” selam ben Angelina julie sende Sercan’sın” dedi gülümseyerek.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑(Arkası yarın)