Bölüm 15 (Bölüm 14'den devam)

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ B'ölüm -XV-๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ (B'ölüm 14'den devam)

<.Beyaz> Gayet güzel açıkladığınızı düşünüyorum tarihi süreci ancak "quantum" ne işimize yarayacak ? Yani "bilme" noktasında insanlık tarihi nereye varacak?
<@Cahil_Peri> Bilince ne olacak yani? Onu mu demeye çalışıyorsunuz?
<.Beyaz>Evet ..kesinlikle. Herhangi bir kimseye fiziki dünyanın neden yapılmış olduğunu sorarsanız muhtemelen alacağınız cevap, ‘’madde/matter ve enerji’’ olacaktır. Ancak, bizlerin mühendislik, biyoloji, fizik gibi bilimlerden öğrendiğimiz en önemli şey, bilginin (enformasyonun) çok önemli, hayati bir girdi olduğu..Otomobil fabrikasındaki robota metal ve plastik verilmiştir, ancak aynı robot, kaynak yaparken hangi parçaları kullanacağı kendisine bildirilmezse yararlı hiçbir şey yapamaz, değil mi? Biz şimdi bu quantum meselesini öğrenince nereye varacağız? Bu bilgiyi edinmek bizi "daha mutlu", "daha insan", "daha özel "mi yapacak?
<@Cahil_Peri> Aslına bakarsan ben hiç bu açıdan düşünmemiştim. Haklısın galba. Karınca sürüleri gibi sürekli bir yerlerden bir yerlere bir şeyler taşıyoruz. Amaçsızca..Öğrendiğimiz şeyin bizi nereye taşıyacağını bilmiyorsak, öğrenmenin de anlamı kalmıyor :S. Bak şimdi, kendimi sırtında bir dağ taşıyan küçücük bir karınca kibrinde hissettim. "A ne güzel dağ taşıyorum, taşıyabiliyorum..."E ama biri çıkıp da ,"be güzel kardeşim bu dağı taşıyorsun da neden taşıyorsun, ne işine yarayacak neye hizmet edecek bu dağı taşıman?" , diye sorsa verebileceğim bir cevabım yok :(
<£neverturns> Aslında bütün bu öğrenmeler belki de evreni anlamak içindir. Zaten belki de öğrenmenin bir sınırı da vardır.Princeton Üniversitesinden John A.Wheeler’ın başlattığı yeni bir akım, fiziki dünyayı tümüyle bilgiden yapılmış olarak görmekte ve de enerji ile matter/maddeyi incidental (ikinci dereceden bir olgu) olarak kabul etmekte.. Bu görüş, bazı sorulara yeni bir bakış getirmektedir. Örneğin, hard disk drivelardaki bilgi depolama kapasitesi çok hızlı bir artış gösteriyor. Fakat bu gelişme ne zaman, hangi noktada duracaktır?
<£neverturns>1 gramdan az ağırlığı olan, 1 santimetre küp bir hacmin içine sığan (kabaca bir bilgisayar chipinin ebadı) bir aletin bilgi depolama kapasitesi maksimum ne kadardır? Bu alet bütün evreni tanımlayabilmek/tasvir edebilmek için gerekli bilginin ne kadarını depolayabilir? Bu bilgi bir bilgisayarın hafızasına sığar mı?
<+Efsuniii>Şair William Blake’in dediği gibi ‘’bir kum taneciğinde dünyayı görebilmeyi’’ gerçekten başarabilecek miyiz? Artık bu olay, şiirsel bir olgu olmaktan çıkacak mı? Belki de insaoğlu bunun cevabını alacak?
<£neverturns>Fizikçiler, kara deliklerin esrarengiz özelliklerini inceleyerek uzaydaki bir bölümün veya bir miktar madde/matter ve enerjinin ne kadar bilgi depolayabileceğinin mutlak limitlerini tesbit etmişlerdir. Bu araştırmalardan çıkan sonuçlara göre bizim üç boyutlu (Spatial) olarak algıladığımız evrenimiz, iki boyutlu bir düzlem üzerine aynen bir hologram gibi ‘’yazılabilir.’’ İşte o zaman, bizim günlük yaşamda algıladığımız üç boyutlu dünya, kesin bir yanılsama/hayal olacak veya gerçeği görmenin iki alternatif yolundan birisi olacaktır. Bir kum tanesi bizim dünyamızı kapsayamaz, ama düz bir ekran aynı işi yapabilir.
๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sercan,bütün bu konuşmaların sonucunda varılacak yeri kendi dünyasındaki anlamlardan örülü noktadan "anlıyabiliyor"du. İnsanların canhıraş bir şekilde tıpkı kendisi gibi "kendilerini" aradığını, bazılarının bu arayışta karşılarına çıkan ana yoldan sapıp küçük , çapraşık, karışık ara yollarda çok fazla oyalandığını, bazılarının ise tamamen kaybolduklarını fark etti. İnsanlar bilimi "keşif"le karıştırıyorlardı. Oysa ikisi arasında çok ince ama net bir fark vardı. İnsanlar bilimsel keşifleri "formüle " ederek o keşfi "somutluyor" ardından eski insanların kendi yaptıkları putlara kendilerinin bir güzel taptığı gibi tapmaya başlıyorlardı. Ardından işlevini kaybeden bu somutlaşan, esnekliğini yitiren "keşif", kabuklaşıp; gelişmenin yeni keşiflerin önünü kesecek bir perdeye, engele dönüşüyordu.
Kısaca Sayın okuyucu, ortaçağda keşfin önünü kesen bağnazlık şimdiki zaman da "bilimsel ve modernite" makyajıyla insanoğlunun karşısına çıkıyordu. Oysa keşif, bir sonraki keşfin geçiş noktası olarak basamaklar kendisini. Tıpkı adım attıkça kaybolan bir sonraki basamağı daha da güçlendirmek adına kendi varlığını bir sonraki basamağın varlığına "teslim" eden, keşif basamağı gibi. Bu ardışık ve bir sonrakine teslim edilen bayrak "Bir mum başka bir mumu yakmakla ışığından bir şey kaybetmez karanlık biraz daha azalır " diyen Mevlana'nın kast ettiği seyire benzetilebilir. Kısaca ;Bilimsel gelişme bir öncekini ret etmek ile ilerlerken, keşifsel gelişme bir öncekini kendisine katarak çoğalarak devinir. Aralarındaki en temel fark budur!
๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sercan'ın izlediği bu sohbette kendisine en yakın hissettiği kişi Beyaz nikli kişi olmuştu. Bu kadar karmaşık kelimeler, anlam arayışları, çabalayışlar, çırpınışlar, "Gerçekliği", "Gerçeklik" denilen "şeyi" dışarıda aramalar...Tam bunları düşünüyordu ki, Beyaz nickli kişinin kanala değil de, özeline yazdığını gördü.

<.Beyaz>Selam, Zurna'nın Chad kanalında böylesine konuların konuşuluyor olması bir yandan iyi ama bir yandan da anlamsız. Teknolojinin ilerlemesi,bilimin gelişmesi sonuç itibaren bize konfordan, tembellikten ve sosyal eşitsizlikten insanları kategorilere ayırmaktan başka ne verdi? Belki de Mağaralarımızdan hiç dışarı çıkmadık, sen ne dersin? Bu arada adım Ahmet ya senin?
<~Su>Sercan..İsmim..Ser , baş anlamına geliyor, can da biliyorsun. Ama ser, sermekten de geliyor olabilir. Saçmaladım sanırım. Söylediklerine de tamemen katılıyorum.
<.Beyaz> Biliyor musun sezgilerime güvenirim. Bu arada nerede yaşıyorsun?..
๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sercan, bu yeni arkadaşıyla keyifli süren bir arkadaşlığın ilk adımını atmıştı. Garip bir şekilde kelimelerle, hatta onları sese dönüştürmesine bile gerek kalmadan bir insanla tanışmak, sohbet edip bir şeyler paylaşmak onun için tarifsiz bir sevinçti. Hele düştüğü bu dünyada hiç arkadaşı olmayan biriyle..
๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑ (arkası yarın)