B'ölüm -43- (42'den devam)

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ B'ölüm -XLII- ๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑(B'ölüm 42'den devam)

Sercan’la ilk karşılaştığında anımsadığı güne gitti Ervin... Ekrem yaşadığı , başından geçen olayı Sercan’a anlatırken; hafızası onu alıp geçmişin gömülü izlerine geri taşımıştı sanki. İşte görüyordu zihninde:Koyu bordo renkli Brodway marka arabası evlerinin önündeydi. Babası hazırlanmış, bagaja eşyalarını yerleştiriyordu sabah henüz o günün güneşiyle tanışmamışken. Hemen şoför koltuğunun yanında –emniyet kemeri bağlı olmak koşuluyla –kendisi için ayrılan yardımcı pilot koltuğuna benzettiği ön koltuğa oturur; biner binmez derin bir nefes alırdı gözlerini sımsıkı kapatıp başını arkaya doğru yaslayarak. Benzin kokusu ciğerlerine dolarken garip bir haz duyardı iliklerine kadar. Kokulara olan ilgisi burdan kaynaklanıyordu.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

“Hazır mısın” diye sormuştu babası. Bu kez gidecekleri keşf gezisi Sehrengiz Mağarasının keşif gezisiydi. İnsanlar için oldukça uzun bir zaman sonra ilk defa girilecek bir mağaraydı şehrengiz mağarası. !6 yaşını henüz doldurmamış bir delikanlının bu ayrıcalığı tatması hayatın kendisine sunduğu bir şans gibiydi Ervin'e göre.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra – her ne kadar camdan arabanın hızıyla değişen manzarayı film gibi seyretmek hoşuna gidiyorduysa da- uyuyakaldığı için güneşin batmasına yakın saatlerde babasının omzuna dokunuşuyla sersem sersem gözlerini açmıştı. Geldikleri yer eskilerin symirna dedikleri bir şehrin eteklerinde Bayındır Han tarafındna kurulu tuhaf küçük bir kasabanın dik yamaçlı dağıydı. Potomoz Dağı. Dağın neredeyse yarısına kadar araba ile gidiliyor ardından arabalar dik yamacın eteğinde bırakılıyor ve yola dar küçük sıska bir patikadan yaya olarak devam edilebiliyordu. Herkes sırtlandıkları eşyalarıyla yorucu tırmanışa hazır; dağın tepesindeki mağarayı keşfetmek adına yola koyuldu.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Dağın tepesine vardıkalrında mağaranın girişine yakın konumlandılar. Gün iyice çekilmeden , "Kanat" adını verdiği çadırını kimsenin yardımı olmadan kurup, içine iyice yerleşti. Gün boyu gerek yolculuktan gerekse diğer ekibe yardıme tmek için koşuşturup durduğundan yorulmuştu epeyce. Bedenini uykuya teslim etmek için sabırsızlanıyordu. Uykunun uygunluğuna teslim olurken; kendisine gerçek olduğuna yemin edebileceği bir düş göreceğinden hiç haberi yoktu. tatlı yorgunluğunu mutlulukla harmanlamıştı, ve göz kapakları git gide ağırlaşıyor, gözlerine küçük uyku dikencikleri batıyordu...

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Ekrem Hala Sercan'a Şehrengiz Mağarasında Ervin'in bulduğu parşömenin öyküsünü anlatıyordu. Oysa Ervin herşeyi gün gibi anımsıyordu. Hatta Rüyasını bile, her bir anını, her bir karesini..Rüyasında Ervin, ruhunun yada enerjisinin vücudundan yavaş yavaş ayrıştığını, tıpkı filmlerdeki ucuz efektlerle yapılan ruhu bedenden ayırılması gibi bedeninden ayrılıp havalandı. Kanat'tan, yattığı çadırdan bir kaç metre yukarıda durdu. O kadar hafifti ki, kendisini havada tutunmuş bir toz zerreciği gibi hissetti. Bulunduğu yerden bedenini görebiliyordu. Kendisini çok huzurlu ve ve mutlu hissediyordu Ervin. "Mutluluktan uçmak , buna deniyor herhalde", diye düşünmüştü kendine kendine gülümseyip.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Kendisini uyurken seyrettiğini o ilk anla başlamıştı herşey. Çadırın içindeydi ve uzanmıştı. Bir kolunu başının altına almış diğer elini ise bacaklarının arasına yerleştirmişti. Yüzünde tuhaf masum bir ifade vardı. Derken kafasını kaldırdı. Bir kaç “şey”in kendisine doğru geldiğini 'hissetti'. İki kişiydi gelenler. Onları kafasını ne tarafa çevirirse çevirsin göremiyordu, çok hızlıydılar ve görüş alanından hemen çıkıyorlardı ama varlıklarını tamamiyle hissediyordu Ervin.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sonra bedeninin bulunduğu yere doğru iki pırıl pırıl nur –ışık huzmesinin nüzul ettiğini gördü. Ve hemen ardından “O” sesi duydu. Çadırında yatıp uyurken bedeninin hemen baş ucuna sağlı sollu yerleşen bu iki nurani varlıktan biri; kulağına eğilmiş O'na açık ve net bir şekilde şöyle diyordu:” Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Ben bir gece kendimi Kâbe'nin yanında gördüm, derken gözüm, erkek esmeri olarak gördüğüm kimselerin en güzeli olan karayağız bir zata ilişti. Onun, gördüğüm saçların en güzelinden, taranmış ve suları damlayan bir halde, uzunca saçları. O, iki zata (yahut iki kişinin omuzlarına) dayanmış olarak Beyti tavaf ediyordu. (Orada bulunanlara:) Bu kimdir? diye sordum. Bu, Meryem oğlu Mesih'tir denildi. Sonra birdenbire gayet kıvırcık saçlı, sağ gözü şaşı, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi, börtlek gözlü birisiyle karşılaştım. Bu kimdir? diye sordum. İşte bu, Mesih Deccal'dir denildi."

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑(devam edecek)