B'ölüm -21- (önceki günden devam)

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ B'ölüm -XXI- ๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ (B'ölüm 20'den devam)

Sercan eve geldiğinde hala kütüphane incelediği insan kişilikleriyle ilgili, vücuduyla ilgili, somut yapısıyla ilgili konularda kafası oldukça karışmıştı. Ancak göz attığı kitabın oldukça eğitici olduğunu da inkar edemezdi. Oyun gibiydi. “Sobe oyunu gibi “;dedi içinden. Sobe oyunu? Oyun nedir bilmiyordu oysa hiç çocuk olmuş muydu anımsamıyordu ne kadar zorlasa da. Hafıza dolabındaki anımsadığı ilk şey ve zamanın hükmünde olduğu için de artık en “eski “ şey , hafıza dolabının kendisinin tanımıydı. İnsanlar doğar,büyürler ve ölürlerdi. “Doğum ölümün ilk belirtisidir. Ölüm varken ben yokum, ben varken ölüm yok. Hiç karşılaşmayacaksak neden ölümden korkayım? Ölenlerin en iyi yanı yer açmalarıdır.”.dur…DURRR!” dedi sercan, elleriyle başını tutarak. Ard arda hafıza dolabından kusulan cümlelerin hızını yavaşlatabilmek için yere doğru diz çökmüştü, elleri hala başını iki yandan tutarak bunu yapabilecekmiş gibi.. “Nasıl dünyaya geldim öncelikle bunu anlamalıyım..”

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sercan planlama yapmak için salondaki masaya oturdu. Elinde somut bir kalem , masadaki somut ve bomboş deftere bakıyordu. Oysa kendi zihnindeki hafıza dolabında notlar tuttuğu defteri 4 boyutlu idi. Nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışsa başaramayacağından emin, hafıza dolabındaki defterini kendi dünyasındaki gibi 360 derecelik bir açıyla göz gezdirdi saniyenin çok küçük bir parçasında. “Seyreltmek ne zor bir şey!” dedi.. bu dünyada yaşayan insanlardan bazılarının kendi dünyasına açılan kapılar olan; tüm hayatlarını Sercan’ın yaşadığı “anlamlar dünyasını” düşleyip tasarlayarak yazdıklarını, kelimelerden oluşan sarmal merdivenlerden kendi somut dünyalarından Sercan’ın dünyasına –kısa bir süre için bile olsa ( yazdıkları kitap okunduğu sürece)- çıkmaya ve okuyucularını çıkartmaya çalıştıklarını biliyordu.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Aslında bu dünyaya indiğinde yahut düştüğünde diyelim bu dünyada hayli ünlü olan yazarları ve eserleri anlamsal olarak zaten biliyordu Sercan. Evinin hemen önündeki Felsefe bahçesinde, günlük uzun gezilerinden döndüğünde bazen dinlenmek üzere bazen de keşf etmek üzere duralar ve zaman geçirirdi. Felsefe Bahçesinin adını nereden aldığını bilmiyordu. Ama bahçenin kapısında ışıyan anlam, çoktan Sercan'ın mevcudiyetine işlemişti. Felsefe Bahçesi oldukça geniş bir anlamsal içeriğe sahip olduğundan -eğer "Anlamlar Dünyası"nda bir alandan söz edebilirsek- oldukça geniş bir yer kaplıyordu. Edebiyat tarlasının hemen başladığı yerde biter, imaj gölünün hemen kıyısından başlardı. Tam ortada ise Sercan'ın evi bulunurdu. Sercan'ın evine ait bir bahçe olduğundan kendisini bildi bileli, evinden çıkıp geri dönmelerinin tümünde bu bahçeden geçmek durumundaydı.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Felsefe Bahçesi oldukça geniş bir bahçeydi. Orda ilk önce Platon çiçeğini görmüştü. Bütün çiçekler sanki onu hizalayarak ardışık bir sırayla dizilmişlerdi. Bahçedeki simetrinin Sercan’da bıraktığı algı, estetik arısı’nın kendisine has kokusuna benziyordu. Platon çiçeği'ni ilk fark ettiğinde -ki bahçedeki çiçekler renksiz,şekilsiz, biçimsizdiler ve ışınım saçarlardı tıpkı dünyadaki ateş böcekleri gibi- yanına gitmiş bir süre yanında durmuştu. Soyut vücudunun soyut gözlerini, çiçeğe doğru diktiğinde yani ‘çiçeğe baktığında ‘ çiçek ışınımını güçlendirip bir koku salgılamıştı. O zaman platon çiçeğinin "anlamsallığı" nı ve "kimyası" nı da algısına almıştı.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sercan, bundan hoşlandığı için sık sık felsefe bahçesine gider orada uzun uzun düşünür yeni yeni çiçekleri tanıyıp algılamaya çalışırdı. Sırayı ardışık bir şekilde takip etme zorunluluğu vardı. Eğer sıradaki çiçeği-(filozofu!)- değil de bir sonrakine atlayıp geçerse, o çiçek; Sercan'ın algısına kendi kokusunu sunmuyordu, dolayısıyla sercan da o filozof çiçeğinin içerdiği anlamdan yararlanamıyordu.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑ (Arkası yarın)