B'mlüm -27-(26. Bölümden devam)

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ B'ölüm -XXVII-๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑(dünden devam)

Bu hazine, filanca şehre filanca kişinin evinde gizli, git onu al!" Derviş, ertesi sabah uynadığında bu gördüğü garip rüyasından bir hayli etkilenmişti. Ama sonunda ilginç bir rüya olduğunu düşündü ve güncel yaşantısına geri döndü. Aynı gece, aynı rüyayı yeniden gördü Derviş. Filanca şehirde, filancanın evine gitmesi gerektiğinin altı çizilerek. Üçüncü günde aynı rüyayı görünce Derviş, bunda bir hikmet olduğunu ve de mutlaka kendi şehrine çoook uzak olan o şehre gitmeye ve o şahısın evini bulup, kendisi için Allah'ın cc bahşettiği hazineyi almaya karar verdi. Yola koyuldu bu kararla birlikte. Uzun uzun günler ve geceler boyunca, soğuk,sıcak demeksizin yolculuğuna bütün sıkıntıları katlanarak devam etti. Soyuldu hırsızlar tarafından, gaspçılar tarafından eşkiyalar tarafından tartaklandı, aç ve susuz kaldı ama vazgeçmedi.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Nihayet rüyasında kendisine söylenen şehre geldiğinde, aradığı şahsın evini de sora sora buldu ve o eve girdi. Şehir de ev de tıpkı rüyasında kendisine söylendiği gibi "var"dı. Bu cesaretini körüklemişti ve kazmayı evin tam ortasına vurup kendisi için hazırlnana ve haber verilen hazineyi çıkartmaya davranıyordu ki, bekçi çıkageldi. "Evimde ne arıyorsun bre hırsız mısın yoksa?" İzbandut gibi bir bekçinin elinden öyle bir dayak yedi ki derviş artık dayanacak gücü de kalmadığı için herşeyi anlatmaya karar verdi. "Ben hırsız değilim. Sadece bir rüya gördüm ve.." Başından geçenleri tek tek gözü yaşlı anlatmaya koyuldu.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sözünü bitirdiğinde Bekçi yumuşamış bir tavırla Dervişe;" anlıyorum, hırsız felan değil de be adam sen aptalmısın? İnsan hiç bir rüyanın peşine takılıp da bunca zahmet, eziyet ,çile çeker mi? Ben de senin gördüğün rüyanın aynısını 30 senedir her gece görürüm, yalnız tek bir farkla ,"filanca şehirde, filanca kişinin evinde" , diye ama sabah uyandığımda rüyadır der unutum" dedi. Derviş, o anda öyle bir şey anladı ki, bekçiye sarılıp helallik alarak sevinçle kendi şehrine dönmek üzere yola koyuldu. Çünkü Bekçinin 30 senedir rüyasında gördüğü şehir kendi şehri, gördüğünü söylediği ev de kendisinin eviydi. Sırf bu bilgiyi anlamak için bile yaşadığı zahmetlerin hepsine kesinlikle değerdi"

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Ervin, Ne arıyorsan kendinde ara, demiş Mevlana dedi gülümseyerek. Sercan Mevlana ismini duyunca içinden , insanların kalbinin olduğu yerden ılık bir duygunun aktığını hissetti. Bu yüzden bu ismi hafıza deposuna kazıdı araştırıp öğrenmek için daha sonra.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Ervin'e dönecek olursak, O ;bu hikayeye inandı çünkü hikayelerde sırlar olduğunu biliyordu bir şekilde. Bu hikayede ki sır da kendisinin kulağına fısıldanmıştı. Sırrın varlığına olan inancını ise babasıyla birlikte gittiği bir mağarada bulduğu o garip “şey” ile perçinlenmiş, kendi kişisel macerası başlamıştı. O mağaranın kendisine has kokusu, karanlığı,dokusu, sesleri ve seslerin yankılanışı kişiliğini şekillendirken, kendisinin birden bire bulduğu o "şey"in hayatını bu kadar değiştireceğini bilmiyordu.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩ (Arkası yarın)
"Sevgililer Günü dolayısıyla kitaptan bağımsız bir alıntı yapacağım, 14 gün, her bir gün için Divan-ı Kebir adlı eserinden Mevlana'nın Rubailerinden seçtiğim 14 maddeyi okuyuculara hediye edeceğim. Mevlana Hazretlerinin büyük aşkı, dostu, üstadı Şems'e yazıp adadığı Divan-ı Kebir, sırlarla dolu bir kitaptır. Ve sevgili'ye verilebilecek, sevdiklerinize verilebilecek, kendinize verilebilecek en güzel hediyelerden biridir..Sevgililer Gününüz kutlu olsun. Güneş Ener"

1
Ey gece, neşelisin, hep böyle neşeli gel, neşeli gel! Ömrün bitmesin, kıyamete kadar uzasın gitsin, dostun yüzünün güzelliğinden, hatırında öyle bir ateş var ki, ey üzüntü, eğer cesaretin varsa gel, benim hatırıma gir!
2
Ey yolcu; aklını başına al, seferin nereye? Hangi diyara gitmek istiyorsun? Nereye gidersen git, sen bizim gönlümüzdesin. Denizden uzak düşmüş bir balık gibi, o denizin gamını daha ne kadar çekeceksin? Kupkuru kalmış dudakların, ne zamana kadar denize hasret ve ayrılıktan şikayet incilerini aleme saçacak.
3
Bir kurnazlık sarhoş ederek, gibi kendimi oraya atayım, atayım da bakayım, o cihanın canı orada mıdır? Ya maksadıma erişeyim, o yurda ayak basayım, yahut da gönlüm gibi, başımı da vereyim, elden çıkarayım gitsin.
4
Sesin, gönlümüzün sesine, gönlümüzün huyuna uysun! Gece, gündüz neşelensin, söyledikçe söylesin. Sesin yorulunca, biz de yoruluruz, hasta oluruz. Sesin, kamış gibi sekerler çiğnesin, ballar yesin.
5
Aşık, bütün yıl sarhoş olmalıdır. "Ayıplayan olur mu?" diye düşünmeme-lidir. Aşık. coşkun olmalı, deli, divane olmalıdır. Ayıkken her şeyin tasasını çeker, gamını yeriz. Fakat olunca; "Ne olursa olsun!" der işin içinden çıkarız.
6
Omür tükendi ise Allah başka bir ömür verdi. Geçici ömür kalmadıysa, te şuracıkta tükenmeyen, ölümsüz ömür.. Aşk, hayat suyudur, bu suya dal! u denizin her damlasında başka bir hayat, başka bir ömür var.
7
Yazıklar olsun ki vakit geçti, bizse çılgın aşıkız, deli divaneyiz. Kıyısı belli olmayan bir denizdeyiz. Bir gemiye binmişiz, gece, bulutlu bir gece... Allah'ın denizinde Allah'ın lütfu ile, onun ihsan ettiği güçle, başarıyla gemimizi sürüp durmadayız.
8
Güzel sakîyi rüyamda gördüm. Şarab kadehini eline almıştı... Bu gördüğüm onun hayali idi. Ben hayaline dedim ki: "Sen onun kulusun, kölesisin, ama bizim efendimiz, sahibimiz olmaya da layıksın. Umarım ki onun yerine geçersin de onun gibi bize şarab sunarsın."
9
Bu aşk ateşi bizi pişirir, her gece harabata doğru çeker götürür. Başkası bizi bilmesin, görmesin, tanımasın diye, yalnız harabat erenleriyle bizi bir araya getirir, onlarla beraber oturtur.
10
Ey seher rüzgarı! Bize haber ver; sen geçtiğin yolda, o alev alev yanan, o ateş dolu, o sevda dolu gönlü gördün mü? 0 gönül, yüzlerce yalçın kayaları,graniti ateşiyle yaktı, eritti.
11
Efendim, sen bizi artık rüyada bile görmez oldun! Ta gelecek seneye kadar bir daha bizi göremeyeceksin. Ey gece; her dem bize bakıp duruyorsun ama, sen seherin aydınlığı olmadan bizi göremezsin.
12
Ey sevgili, geceleri gökyüzünde dolaşan ay senin çevreni bulamamıştır. Geceleri seni bulmak için uğraşana, dönüp dolaşana senin ayından armağanlar gelir. Her ne kadar şafağın çevresi, al yanaklı ise de, bu onun tabîi renginden değil, senin sapsarı yüzünün güzelliğinden mahcup oluşundan, utanışındandır.
13
Bir ömürdür ki, senin gül bahçeni görmedik. 0 mahmur, o insanın aklını başından alan nergis gözlerini seyretmedik... Vefa gibi halktan gizlenmişsin, nice zamandır ki biz senin güzel yanaklarını görmedik.
14
Ey dost! Dostlukta sana çok yakınız. 0 kadar ki nereye ayağını bassan, sevine sevine o yerin toprağı oluruz. Sevgilim, aşıklık mezhebinde reva mıdır ki, alemi seninle görelim de seni görmeyelim?
---------

**(Gene gel! Gene gel! Her ne isen olduğun gibi gene gel! Hakk'ı tanımıyorsan, ateşe tapıyorsan puta tapıyorsan gene gel... Bu bizim dergahımız, evimiz umutsuzluk evi değildir. Yüz kere tövbeni bozmuşsan gene gel!.
Tahran Üniversitesi profesörlerinden Firüzanfer merhümun Şemsî 1342 (1963) senesinde Tahran'da bastırdığı ve benim tercümeme esas teşkil eden Ruba 'î Dtvanı'nda ve bendenizde bulunan başka yazma ruba'îler arasında bulamadığım bu ruba'înin Hz. Mevlana'ya ait olmadığını soyleyenler varsa da, Mevlana'dan bahsedilen her yerde, her toplantıda sanki bu büyük velînin başka güzel şiirleri yokmuş gibi hep bu ruba'i tekrar edilip durulur. Kimin olursa olsun, bu ruba'î:
"Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü o çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (39/53) Ayet-i kerîmenin izahından ibarettir.
Hoşumuza giden "Yüz kere tövbeni bozmuşsan yine gel!" sözü, "Ümitsizliğe kapılma! Allah'ın rahmetinden ümit kesme!" manasına gelmektedir.
Yoksa Hz. Muhammed(s.a.v.)'in yolundan kıl kadar ayrılmayan Hz. Mevlana, tövbeyi sık sık bozmanın Hakk'a karşı küstahlık olduğunu elbette bilmektedir.
Çünkü bir hadîslerinde alemlere rahmet olan büyük ve eşsiz Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: "Günah işlemekte ısrar ettiği halde günahlardan tövbe eden kişi, adeta Allah ile alay etmiş olur."
Yahya b. Muaz hazretleri de; "Ben tövbeden sonra işlenen bir günahı, tövbeden evvel işlenmiş yetmiş günahtan daha çirkin görürüm." diye buyurmuşlardır.
İran'ın yetişirdiği en büyük şairlerden Şîrazlı Hafız merhum da gönül kırmanın büyük bir günah olduğunu anlatmak için miibalağalı bir ifade ile:
"Kimsenin kalbini kırma da, ne yaparsan yap! Bizim şerîatimizde bundan başka bir günah yoktur." derken; "Gönül kırma da, her türlü kötülüğü yap!" mı demek istemiştir? Yukarıdaki ruba'îyi okurken bu husüsu da düşünmek gerekir. )