B'ölüm IV -(B'ölüm 3'den devam) -

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ B'ölüm IV ๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ (B'ölüm 3'den devam)

Evet işler oldukça ilginçleşiyor değil mi? Şu sıralar Brad Pitt ile birlikte olan, son derece güzel ve ünlü Angelina Julie’den söz ediyorum elbette. Yazının sihirli olduğunu bilmediğin için bana şaşırmış gibi bakıyorsun. Ne yani koskoca Angelina julie; benim gibi bir kitabın karakteri nasıl olabilir? Olamaz mı? O halde şöyle sorayım sayın okuyucu; acaba sen hangi kitabın karakterisin yada her hangi bir kitabın karakteri olup olmadığını bilebilir misin? Güzel. Mavinin içindeysen maviyi tanımlayamazsın, değil mi?. Pekâlâ, o halde; suyun içindeki balığın suyu tanımlayamayacağını var sayarsak (-bilimsel ölçümlere göre bir balığın 3 saniyelik hafızasının olması öncülüyle o balığın bir akvaryumdaki suda ya da okyanustaki su da yaşayıp yaşayamadığını bilemeyeceği önermesi-) O balığın, suyun içindeki bir planktonu tanımlayabileceği iddiası biraz küstahça olmaz mı? Ben; yani bu kitap, benim krallığım ise kuralları ben koyuyorum demektir! Bu da bana, karakterlerimden birini Angelina Julie yapabilirim anlamına geliyor. Ya Angelina Julie, benim gibi bir kitabın karakteri olmasından dolayı bana dava açarsa mı? Aslında bu benim işime gelir; reklâmın iyisi kötüsü olmaz. Ne derler bilirsin-ya da şimdi öğreneceksin- bu dünyada hakkında konuşulmasından daha kötü bir şey varsa o da hakkında hiç konuşulmamasıdır. Saçma ya da değil, hayal gücünün sınırsızlığında bir gezinti için dikkatini odakladığın iç dünyamda gezinen gözlerine ne sunacağıma ben karar veririm! Hem; eğer sinema olmasaydı, fotoğraf sanatı olmasaydı, senden beklide km.lerce uzakta yaşayan Angelina Julie gibi birinin varlığından haberdar olmayan sen; ben onu sana uzun uzun tasvirleyip anlatsam da, onu saçma bulacaktın, haksız mıyım? Siz insanlar; bildiğiniz şeylerin esirisinizdir. Oysa bilgeliğin yolu, bildiğin şeylerin esaretinden kurtulduğunda başlar…
Gerçi insanlar inatla olan’dan daha çok, ne görmek isterlerse onu görürler. Ancak ahmaklar cenneti gösteren parmağın kendisine bakarlar. İsimler de sadece yön gösteren levhalardır. Eğer Angelina Julie’den daha güzel birini tanıyıp düşleyebiliyorsan zaten ismin bir önemi kalmaz. Beyninde Angelina yerine onu düşünmenin bence bir sakıncası yok.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑

Sana daha önce Sercan’ın yaşadığı dünya ile senin yaşadığın dünya arasında rehberlik, tercümanlık yapacağımı söylemiştim. Hak verirsin ki O’nun da, Sercan’ında senin yaşadığın dünyayı anlaması için bir rehbere, tercümana ihtiyacı var. Peki, öyleyse neden Angelina Julie de herhangi biri değil? Cevap kolay; zira her iki dünyanın da ortak kullanabileceği kavramlara ihtiyacım var... Somut’u soyutlamak, soyutu somutlamak için. Sercan, “güzellik”i bilir ama “güzel”i bilmez, sen ise “güzel”i bilir, “güzelliği” bilmezsin. Örneğin, Rönesans ressamlarının bol bol çizdiği çıplak kadın figürlerinden yola çıkarak söyleyebilirim ki; 1700’lü yıllarda insanlar için, ”güzel” sayılan kadın tipi; balıketli, şehla bakışlı, elma yanaklı, tombul kadınlardan oluşuyordu.1800’lü yıllarda bu sıska uzun boylu incecik dal gibi, fidan gibi tiplere dönüştü. 1900lü yıllarda Marilyn Monroe tarzı, milenyum çağında da Angelina julie tarzındaki kadınlara döndü: Şehvetli, zeki, güzel ve bu taşıdığı değerlerin farkında olan, “tehlikeli” kadınlara. Oysa güzellik arayışı, insanlığın başlangıcından beri değişmiş değildir. İşte bu yüzden, Angelina Julie milenyum çağında, kolektif bir bilinç düzeyinde,” güzelliğin “, “güzel” ile buluştuğu, toplumsal beğeni ortalamasının birey’e indirgendiği bir imgedir sadece. “Kişi” olarak güzeldir ve güzelliği taşır. Şimdi beni daha iyi anlıyorsundur umarım.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑
Sercan, Angelina’nın kendisine uzattığı, üzerinden dumanlar tüten çaydan bir yudum aldı. İlk defa dudaklarının arasından ılık, şekerli, su-çay karışımını, dilinin damağının arasında bir an dolaştırıp, yuttu. Midesine doğru akan ılıklık vücudunu ısıtırken bundan ”haz” duydu; “vay be” dedi gülümseyerek.
“Nasıl hoşuna gitti mi? “, diye sordu Angelina, güzel gözlerini Sercan’a mıhlamışken..
“Evet”, dedi “evet çok hoş…”
“Beğendiğine sevindim Sercan...”
Gözlerini Angelina’nın gözlerinden masaya devirdi Sercan. Çantayı görünce, az önce söyleyecek olduğu cümle hafıza dolabından fırlamış, dilinin ucuna kadar sızmıştı ki,”evet aynısı!” dedi Angelina. “Yemin etmene de gerek yok, ne düşündüğünü biliyorum.”
“Ne düşündüğümü biliyor musun yani beynimi okuyor musun yoksa sende benim dünyamdan mısın ve..”
Sercan, birden durdu. Yüzü şaşkınlıktan gerilmişken, aklında binlerce soru; üst üste havai fişekler gibi patlıyor, şimşek çakar gibi yanıyor, sağanak bir yağmur gibi yağıyordu.
“Evet, evet…Sakin ol “,dedi Angelina.” Çayını soğutmadan yudumla sana her şeyi açıklayacağım.” Ayağa kalktı; odanın içerisinde ellerini birleştirip, dolaşmaya başladı. Söze nasıl başlayacağına karar vermeye çalışıyor gibiydi.
“Sana anlatacağım ama sözümü bitirene kadar beni kesme. Gerçi bunu başaramayacaksın ama neyse. Ben bilici kurgucuyum!”, dedi Angelina.
“Bilici-kurgucumu ?”, diye sordu merakla Sercan.

Angelina; ” Sana başaramayacağını söylemiştim…” Ardından, dostça bir yumuşaklıkla Sercan’ın bitişiğindeki koltuğa ilişip, oturdu. “Evet. Bilici- kurgucuyum. Biliyor musun bir hikâye vardır. Çok kısa bir hikâye. Bir hikâyede olması gereken her türden gerilime ve şarta sahiptir: “koruyucu meleği, Fabian’ın omzuna dokunup ona; ağzından ‘ duayen’ sözcüğü çıkar çıkmaz, ölmen gerektiğine karar verildi” dedi. Duayen mi, diye sordu Fabian merakla ve öldü… “
Kendisine anlamamış gözlerle bakan Sercan’a gülümseyerek. “Ben; koruyucu meleğin Fabian’a yaptığını yapmak istemiyorum sana. O yüzden bırak sözümü sonuna kadar tamamlayayım.” Sercan, başını olur anlamında öne eğdi suskunca. “Evet, ben bilici-kurgucuyum. Her şeyini yazan kitaptan “arena”ya; yani yaşadığın dünyadan bu dünyaya düştüğünü biliyorum. Buraya düşerken, yani somut dünyaya daha önce yaşadığın dünyayı düşmenin travmasıyla tamamen unutman gerektiğini fakat bir şekilde “tam olarak unutmadığını” ama “tam olarak da anımsamadığını “ da biliyorum. Belirsizlikte ki buna “arada” kaldın da, diyebiliriz. Burada gördüğün her şeyin, sende oluşturduğu şoku hafifletmem ve sana yardım için görevlendirildim, bunun için buradayım “. Sustu Angelina. Sercan, soru sorması için uygun zaman olduğunu anlayıp; ” Peki, neden her şeyi tam olarak unutmadım ya da tam olarak anımsamıyorum? Arada olmak yani burada olmamın anlamı ne ve neden ben, ne yapmalıyım?”.

Elleriyle yüzünü kapadı Sercan. İçinde umutsuz ve uğursuz bir duygu hücrelerine kadar yayılmıştı. Kendi dünyasına; kendi dünyasındaki o sığınabileceği “güven” kuytusuna, kaçıp saklanmak istiyordu. Hissettiği çaresizlik ve kötü his, O’nu köşeye sıkıştırmış gibiydi. Ellerini, elleriyle tutarak yüzünden ayırdı, anne şefkatiyle Angelina. “Hey sakin ol, yanındayım. Neden böyle olduğunu bilmiyorum. Bunu ancak yaratıcı bilir. Neyse biz işimize bakalım. Şu an neden, nasıl, niçin ve benzeri soruların bize yararı olmayacak. Çünkü şu an buradasın. Sen; seçilmiş maceracısın! Ve bütün seçilmiş maceracıların, bilici –kurgucularla zamanın derin kıvrımları arasında mutlaka rastlaşacağını da bilmelisin. Şimdi ben konuşmama devam ederken, sen çayını bitir. “Sercan, çayını yudumlamaya devam ederken bütün dikkatini Angelina’ya vermiş; ne kendi dünyasını, ne yeni dünyasını; hatta kendini bile anımsamaktan uzaktı.

“Senin bu dünyaya düştüğünü anladığımda, sana, bu dünyada olup biteni açıklamak için ,-en azından bir kısmını-, gönderildim. Ve evet; masadaki çanta, kap- kaççının alıp götürdüğü çanta. Seninle, bu dünyanın kuralları ve koşulları, sebep-sonuç ilişkisi dâhilinde, iletişime geçmem gerekiyordu. Ancak bu şekilde seninle iletişime geçebilir ve seni buraya getirebilirdim, bu kurguyu bunun için düşündüm. Buna “gerekçelendirme” deriz diye devam etti Angelina.

๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ ๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ ๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑۩۞۩๑๑ (arkası yarın)